KAVRAMSAL AÇIDAN TERÖRE BİR NEDEN OLARAK NEO-ORYANTALİZM

Author :  

Year-Number: 2022-2
Yayımlanma Tarihi: 2022-12-26 15:14:53.0
Language : Türkçe
Konu : Uluslararası İlişkiler
Number of pages: 395-413
Mendeley EndNote Alıntı Yap

Abstract

Politik bir araç olarak terörün kullanımı yeni değildir. Tarih boyunca terörün varlığından söz etmek mümkündür. Ancak 21. yüzyıl ile terör küresel çapta bir dönüşüm geçirmiş ve güvenlik meselelerinde ilk sıralarda yer almıştır. Bu hususta terör çalışmaları hız kazanmış ve terörü ortaya çıkaran faktörler üzerinde çok daha fazla yoğunlaşılmıştır. Bilhassa Doğu ve Batı ekseninde var olan terör politik, ekonomik, sosyolojik birçok nedenle ya da bu nedenlerin birleşimiyle ortaya çıkmış olabilmektedir. Aynı zamanda terörün ortaya çıkışında veya desteklenmesinde dolaylı ya da doğrudan şekilde Doğu ve Batı’nın birbirini algılayış şekli de etkin olmuştur. 20. ve 21 yüzyıldan itibaren galip Batı, oryantalist perspektifini bir adım ileri taşımış ve küreselleşme ile birlikte neo-oryantalizmi oluşturmuştur. Böylelikle egemen Batı tüm küreye kendi değerlerini ihraç etmeye gayret göstermiştir. Ancak Doğu’nun özü anlaşılmadan ve hesaba katılmadan kurulan bu neo-oryantalist etkileşim Doğu tarafından kendi kültür ve varlığına bir tehdit olarak algılanabilmektedir. Bu çalışma doğrultusunda bu algılama biçiminin teröre destek verdiği ya da terörün oluşumuna katkı sağladığı anlaşılmıştır.

Keywords

Abstract

Use of terror as a political tool is not new. It is possible to talk about the existence of terrorism throughout history. However, with the 21st century, terrorism has undergone a global transformation and has acquired a new place in security agenda. Thus, terrorism studies have gained a momentum and much more  focused on the factors those reinforce terrorism. Terrorism which come out of East and West periphery, emerged many political, economic and sociological reasons or a mix of these reasons. Besides the perception of East and West could effect to each other directly or indirectly in the process of emergence or assist to terrorism. Since the 20th and 21st centuries,  West which is the winner of Cold War move orientalist perspective oforward and created neo-orientalism with the using globalization. In this way, the hegemon West has tried to make an effort in order to export its own values to whole globe. But, the neo-orientalist interaction between East and West which was established without understanding the essence of East may be in sight as a threat against culture of East. With this study, it has been understood that this perception style that emerges between East and West, serves or contributes to terrorism directly or inderectly. 

Keywords


  • Ekin Deniz UYĞUN, Selim KANAT, Muharrem GÜRKAYNAK 1. GİRİŞ Tarih boyunca Doğu ve Batı arasında çatışmalar ortaya çıkmış ve dünya siyasetinde bu çatışmalar birçok olaya yön vermiştir. Bilhassa 11 Eylül saldırılarından sonra Doğu ve Batı arasındaki mücadele terör ile bağdaşmış ve terör bir mücadele biçimi olarak da sahneye daha etkin biçimde çıkmıştır. Terör çalışmalarının artış yaşadığı 21. yüzyılda terörün kaynak ve etkilerine ilişkin birçok çalışma yapılmıştır. Bahsedilen çalışmalarda terörün ekonomik, politik, sosyal sebeplerine değinilmiş bunların yanı sıra din, küreselleşme, eğitim, doğal afetler, uluslararası ilişkiler gibi konular da terörü geliştirici unsurlar olarak incelenmiştir. Bu çalışmada yukarıda sayılan ve teröre direkt ya da dolaylı yoldan etki eden faktörlerin ve aynı zamanda 11 Eylül saldırısından sonra ortaya çıkan neooryantalizm kavramının teröre bir motivasyon sunup sunmadığı incelenmiştir. Terörün kaynakları hususunda yapılan araştırmalar sonucunda terörün kapsamı, gelişimi, kaynakları ve motivasyonları ile ilgili birçok çalışmaya ulaşılmışsa da neo-oryantalizm ve terörü aynı çatı altında birleştiren oldukça az çalışma yapıldığı tespit edilmiştir. Örneğin uluslararası literatürde Wilkinson (1974) terörün tanımı, kapsamı ve kökeni “Political Terorism” eserinde incelenmiştir. Benzer şekilde Martin(2010) “Understanding Terrorism: Challanges, Perspectives and Issues” adlı eserinde terörün tanımını, motivasyonu ve türevlerini izah etmiştir. Öte yandan Schmid (1992), Gotchev (2006), Voski (2016) gibi akademisyenler terörü ortaya çıkaran ya da terörün gelişimini destekleyen farklı başlık ve kavramlar üzerinde durmuşlardır. Samiei (2010) “Neo-Orientalism? The relationship between the West and Islam in our globalised World” isimli makalesinde Batı ve Islam dünyası arasındaki neo-oryantalist perspektifi incelemiş, Veldhuis & Staun (2009) “Islamist Radicalisation: A Root Cause Model” isimli çalışmasında radikal İslamcı terörü ortaya çıkaran etkenleri araştırmış ve Barber (1996) “Jihad vs. McWorld” çalışmasında küreselleşme ekseninde Doğu ve Batı arasındaki çatışmayı analiz etmiştir. Bu çalışma ulusal ve uluslararası literatüre neo-oryantalizm ve terörün ilişkisini inceleyerek katkı sunmayı amaçlamış ve bu amaç doğrultusunda neo-oryantalizmin teröre bir kaynak olup olmadığı sorusuna yönelmiştir. Çalışmanın araştırma sorusu kavramsal anlamda neo-oryantalizmin teröre oluşum ya da gelişim süreçlerinde katkı verip vermediğinin incelenmesidir. Çalışmanın alt sorusu ise araştırma sorusuna katkı sunacak şekilde kavramsal anlamda terörü doğuran unsurların neler olduğudur. Bu sorulara aranan cevapta nitel veri toplama yöntemleri kullanılmış ve uluslararası ilişkiler başta olmak üzere, psikoloji ve sosyoloji temel kaynaklarına ulaşılmış, kavramsal anlamda yapılan incelemeden sonra kavram yol haritası çıkarılarak özetlenmiştir. Çalışmada sonuç olarak ise kavramsal anlamda neo-oryantalist görüş ve uygulamaların terörün ortaya çıkması yahut gelişmesinde bir motivasyon kaynağı olarak ortaya çıktığı ve bu doğrultuda kavramsal anlamda neo-oryantalizmin terörün ortaya çıkmasında bir neden olduğu anlaşılmıştır. Çalışma dahilinde öncelikle terörün kısa bir kavramsal açıklaması yapılmış daha sonrasında neo-oryantalizmin teröre bir kaynak olarak etki edip etmediğinin anlaşılması için güncel literatürdeki teröre kaynaklık eden faktörler incelenmiştir. Daha sonrasında neo-oryantalizme kaynaklık eden oryantalist görüş incelenmiş ve disiplinlerarası bir inceleme ile neo-oryantalizm ve terör arasındaki ilişki analiz edilmeye çalışılmıştır. Bu doğrultuda terör ve oryantalizm arasındaki neden-sonuç ilişkisinin incelenmesi için ilk önce terörün kavramsal izahının yapılması gerekli görülmüştür. 2. KAVRAMSAL ANLAMDA TERÖRİZM Birçok araştırmacı ve akademisyen terörizmin Doğu’daki varlığı üzerinde çalışma ve araştırma yapmış ve terörizmi ortaya çıkaran kaynağı sorgulamıştır. Böylelikle zaman içerisinde “Teröroloji” (Terrorology) etkin ve popüler bir çalışma alanı haline gelmiştir. Öte yandan akademik bir çalışma alanı olmasının yanı sıra, bu bilim, ideolojik bir mücadele alanı ve politik bir propaganda alanı haline de gelmiştir (Mohammad, 2005, s. 104). Terörolji çalışma alanın olmasına karşın bu çalışmanın hazırlandığı zaman içerisinde dahi terörün tüm devletlerce ortak bir tanımından bahsetmek mümkün değildir. Bu kapsamda devletler tarafından bugüne kadar değişkenlik içeren birçok tanım kullanılmıştır (Martin, 2010, s. 36). Bu sebepten, terörizmin tanımlaması için yoğun bir entelektüel çaba sarf edilmiş ve terörizmin 100’den fazla ve farklı tanımından bahsetmek mümkün olmuştur. Öyle ki, İngiltere’de, Almanya’da ya da ABD’de birbirine benzemeyen farklı terör tanımları mevcuttur (Martin, 2010, s. 41-43). Terörizmin ya da insan öldürmenin yalnızca bir kaynağı olmadığı gibi devletlerin propaganda amacı ile kullandıkları uluslararası terör kavramının da yalnızca bir tane sebebi yoktur. Bu noktada terörizmin farklı seviyelerinden bahsetmek mümkündür. Mikro düzeyde ekonomik sebepler; yoksulluk ya da eşitsizlik terör eylemlerini ortaya çıkarabilecekken, daha makro düzeyde uluslararası terörizmi doğuracak temel etkenler; psikolojik, ekonomik, sosyolojik ya da siyasi temellere dayalı küreselleşme ve din içerisinde kaynak ya da etki edici faktörler bulabilmektedir. Aynı zamanda iki farklı düzeyde de terör faaliyetlerini ortaya çıkarabilecek potansiyele sahip faktörler birbirileriyle bağlantılıdır (Richardson, 2006, s. 40-41). Bu çalışmada terörü ortaya çıkaracak politik, ekonomik ve sosyal faktörler somut faktörler, oryantalizm ise soyut bir faktör olarak incelenmiştir. 3. TERÖRÜ ORTAYA ÇIKARAN FAKTÖRLER Bu çalışmada terörü ortaya çıkaran faktörler sırasıyla ekonomik, politik ve sosyal faktörler olarak incelenmeye çalışılmıştır. Bu faktörler terörü oluşturan somut faktörler olarak kabul edilmiş ve aynı zamanda terörü destekleyici ve hızlandırıcı olarak görülen; din, küreselleşme, yoksulluk gibi hususlar bu başlıklarda incelenmiştir. Çalışmanın iddiasının merkezinde yer alan oryantalizm ise teröre etki eden soyut bir faktör olarak bir sonraki bölümde açıklanacaktır.

  • Terörizmi etkileyen ekonomik faktörlere yönelik akademik birçok araştırma yapılmış en popüler ekonomik etkenlerden biri yoksulluk olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanlar belirli kaynak ve fırsatlardan mahrum kaldıklarında içlerinde dargınlık ve öfke oluşmaktadır. İnsanlar, bu oluşan öfke ve dargınlıkla beraber terör gibi radikal faaliyetlere katılarak yoksun bulundukları kaynak ve fırsatları talep ettiklerini gösterme çabasına girerler ve bunu şiddet kullanarak gerçekleştirmeye çalışırlar. Bu hususta Moghaddam (2005, s.163) her yıl benzer haksızlıklara uğrayan insanların mağduriyetlerini gidermek için terör gibi radikal yollarda dâhil olmak üzere alternatif yollar da ilerlemek için motive olduğunu söylemiştir.Nitekim Tim Krieger ve Daniel Meierrieks’in 2016 yılında yapmış olduğu bir çalışmada yoksulluk ve gelir adaletsizliğinin doğrudan ya da dolaylı olarak terörü ortaya çıkardığı ortaya konulmuştur. Bu kapsamda bahsi geçen çalışmada gelir eşitsizliği ve yoksulluk ile terörün ortaya çıkışı arasında korelatif bir ilişki tespit edilmiştir (Krieger & Meierrieks, 2016).

  • Yoksulluğun terörü ortaya çıkarıcı etkisi düşünüldüğünde yoksulluğu ortaya çıkaran faktörlerin dolaylı olarak teröre neden olabileceği ya da katkı sağlayıcı bir faktörler olarak değerlendirilebileceği düşünülmektedir. Örneğin Berrebi ve Ostwald’a göre (2011) 2010 yılında Pakistan’da yaşanan durum kapsamında doğal afetlerin bir yandan toplum içerisinde gerginlik ve sıkıntı yarattığı diğer yandan ise yoksulluğu arttırarak teröre katkı sağladığı düşünülmektedir (Berrebi & Ostwald, 2011). Yoksulluğu ortaya çıkarabilecek ve terör dolaylı olarak etkileyebilecek başka bir faktör ise Choi ve Luo’ye (2013) göre ekonomik yaptırımlardır. Bir devletin diğerine uyguladığı ekonomik yaptırımlar uygulanan devletin ekonomisini olumsuz şekilde etkilemekte ve bu durumda ülke içinde değişen ekonomik yapı teröre dolaylı yoldan katkı sağlayabilmektedir. Öte yandan hükümetlerin başarısız olduğu iklim değişikliği, iklim krizi ve su krizi gibi kimi konularda oluşabilen kıtlık durumu ülke içerisindeki ekonomik yapıyı değiştirerek teröre destek sağlayabilmektedir (Ackerman, 2008, s. 74). Bu konuda Suriye’de 2011 yılında başlayan iç savaşın tetikleyicilerinden biri de bölgede yaşanan iklim ve su krizine bağlı yoksulluk olduğu iddia edilmektedir (Gleick, 2014; Voski, 2016). Sonuç olarak insanları fakirleştiren ve yoksulluğa sürükleyen birçok faktörün, insanların psikolojileri, yaşam tarzları, devletlerin politikaları ya da kararları ile birlikte terör eylemlerini ve terör gruplarını desteklediği söylenebilmektedir.

  • Öte yandan ekonomik anlamda küreselleşme teröre etki eden ve hızlandırıcı bir faktör olarak değerlendirilmektedir. Küreselleşme, terörün daha kolay organize olmasını, daha kolay finans kaynağı bulabilmesini ve taktik ve aktivitelerini daha ustaca hazırlamasına dolaylı olarak fırsat vermektedir (Gotchev, 2006, s. 103-104). Küreselleşme karşıtları tarafından belirtildiği üzere küreselleşme, yalnızca küresel kapitalizmin ve emperyalizmin bir kılıfı olarak görülmektedir. Küreselleşme dünya çapındaki eğilimleri tanımlamak ve açıklamak için ekonomik bir paradigma olarak sunulsa da belirli olayların etkileşimini yansıtan politik bir proje olarak yorumlanabilir. Bu perspektiften bakıldığında küreselleşme emperyalizmin iktidar mücadelelerini akla getiren ve güçlülerin uluslararası hegemonyasını, bu nedenle bir dizi çatışmayı, oluşturma potansiyeline sahip yeni bir fenomen olarak tanımlanmaktadır. Bu kapsamda küreselleşme kapitalizmin bir uzantısı olarak görülmekte ve ulusların arasında eşitsizlikleri ve sosyal kutuplaşmayı arttırdığı öne sürülmektedir. Ekonomik eşitsizlikler genellikle politik karışıklıklara ve kimi grupları arzuladıkları amaçlara yönelik terörü bir metot olarak kullanmalarına sebep olabilmektedir (Gotchev, 2006, s. 104-105).

  • Küreselleşme, dünya çapında etnik, kültürel veya dini açıdan çeşitli gruplar arasında bir çatışma faktörü olarak sıklıkla dile getirilmektedir. Örneğin küreselleşmenin genellikle İslam ve Batı dünyası arasındaki çatışmaların arasındaki itici güç olduğuna inanılmaktadır (Veldhuis & Staun, 2009, s. 35). Benjamin Barber Batı değerlerini, ekonomisini ve alışkanlıklarını ‘McWorld’ olarak tanımlamış ve Doğu – daha çok İslam- dünyası ile McWorld’ün bir çatışma içinde olduğunu iddia etmiştir. Barber, kapitalizmin zaferinin insanların giyim alışkanlıklarından yemeklerinden zevklerine kadar oluşan farklılığı ortadan kaldırmayı amaçladığını ve bunu da küreselleşme ile yaptığını ancak Doğu’nun bu durumu dışladığını savunmuştur (Barber, 1996). Bu noktadan hareketle radikal İslamcılar, küreselleşme ile etkin olan Batılı modernizmi ve Batı alışkanlık ve değerlerini Batı’nın İslam dünyası üzerinde kontrol kazanma girişimi olarak algılamaktadırlar. Küreselleşme yalnızca Doğu’yu etkilediği değil aynı zamanda Müslümanların İslam’la ilişkisini değiştirdiği iddia edilmektedir. Böylelikle İslam dünyası ile Batı dünyası arasındaki sınırların giderek belirsizleştiği ileri sürülerek bu duruma karşın kendilerini yalnızca din etrafında örgütleyen ve radikalleşen yeni toplulukların ortaya çıktığı iddia edilmiştir (Veldhuis & Staun, 2009, s. 35).

  • Küreselleşme ile derinleşen Doğu ve Batı arasındaki gerek sosyo-politik gerekse ekonomik farklar neticesinde, terörü ortaya çıkaran etkenlerin fazlaca görüldüğü bölgelerde terörizm bir direniş ya da mücadele yöntemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki, gelir eşitsizliğinin yüksek olduğu kendilerini sömürülen olarak gören ülkelerde terörizm en önemli mücadele biçimi olarak benimsenmiştir (Kanat, 2014, s. 207).

  • Terörü etkileyen ekonomik faktörlere ek olarak hükümet baskısı, insan hakları ihlalleri, mülksüzleştirme, aşağılama, sivil ve siyasi özgürlüklerin eksikliği gibi politik faktörlerin de terörü ortaya çıkartan sebepler olduğu, terörün kökenine değin alternatif bir kaynak oluşturmaktadır. Aynı doğrultuda 1985 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kararı uyarınca, terörizmin altında yatan önemli sebeplerden birinin ırkçılık ve insan hakları ihlalleri olduğu tespit edilmiştir (Butler, 2015, s. 67).

  • Teröre kaynak olan politik faktörler içerisinde demokrasinin varlığı da hesaba katılmakta diğer bir değişle terör ve demokrasi arasında bir ilişki kurulmaktadır. Terör ve demokrasi arasındaki ilk korelatif bağ terörizmin ortaya çıkmasında özne ülkenin siyasal yapısının ne derecede etkili olduğu sorusudur. Yapılan araştırmalar göstermektedir ki, terörizmin ortaya çıkışı ve yayılımı demokrasinin ve özgürlüğün olmayışı ile sistemik olarak ilişkilidir. İç terör eylemleri düşünüldüğünde, demokratik ya da totaliter rejimlerde yarı-otoriter rejimlere göre daha az terör olayının ve gurubunun oluşup ortaya çıktığı düşünülmekte, uluslararası terör düşünüldüğünde ise demokrasilerin ve yarı-demokratik idari yapıya sahip devletlerin, daima değilse bile genellikle, totaliter rejimlerden daha fazla teröre maruz kaldığı düşünülmektedir (Lia & SkjØlberg, 2004, s. 32-39).

  • Buradan hareketle Schmid’e göre (1992, s.18) demokrasilerin teröre karşı dört zayıflığı bulunmaktadır. Bunlardan ilki, Avrupa örneğinde olduğu gibi bireylerin hareket özgürlüğünün demokratik devletlerde çok daha fazla olmasıdır. Gerek bireysel gerekse kitlesel hareketler demokratik ülkelere daha fazla olduğundan bu ülkelere teröre karşı görece daha savunmasız hale gelebilmektedir. Wilkinson’a göre de demokrasilerde hareket kolaylığı kapsamında ülke dışına çıkma ve ülke içinde seyahat özgürlüğü terörün aktifliğini arttırıcı bir etkendir (Wilkinson, 1974, s. 109). Harekete özgürlüğü ile bağlantılı şekilde göçün de benzer şekilde teröre dolaylı olarak katkı sağlayabileceği düşünülmektedir. Gerek göç rotalarının teröristler için daha maliyetsiz olmasından gerekse varılan hedef ülkede ayrımcılığı ve kışkırtmayı bir diasporaya dahil olarak daha kolay kışkırtabilmesi açısından göç teröre bir kaynak olarak hizmet edebilmektedir (Helbling & Meierrieks, 2020, s. 4-5)

  • İkinci olarak Batı tipi demokrasilerde bireylerin gizlilik ve örgütlenme gibi özgürlükleri mevcuttur. Bireylerin kişisel hayatları ve fikirleri devlet kontrolü altında değildir. Vatandaşlar istedikleri kişisel bilgi, fikir ve düşüncelerini gizlilikle koruyabilir ya da istekleri dâhilinde beyan edebilmektedirler. Bu durum terör eylemi güdecek kişilere, otoriter rejimlerde düşünülemeyecek, bir örgütlenme ve hareket özgürlüğü sağlamaktadır. Diğer bir değişle demokrasinin sağladığı özgürlük demokrasiye karşı terör yoluyla yapılacak komplolara karşı yine demokrasiyi ve toplumu savunmasız bırakmaktadır (Schmid, 1992, s. 18-19). Schmid’e göre (1992, s.19) demokrasilerin üçüncü zayıflığı terör eylemleri için hedeflerin bolluğu hususundadır. Bu durum aynı zamanda bütün toplumu da hedefe açık hale getirmektedir. Kentleşme, kalabalık nüfuslar, toplum tarafından topluca tercih edilen mekânlar, alt yapılar, dini, idari, sportif, kültürel vb. özelliğe mensup yapılar bu açıdan toplumsal risk teşkil etmektedir. Öte yandan tüm bu binaların hareket özgürlüğünün yoğun olduğu bir yapı içerisinde sürekli olarak korunumu mümkün değildir. Schmid’e göre (1992, s.19) demokrasilerin dördüncü ve son zayıflığı ise demokrasilerin hukuk sistemlerinin getirdiği bir durumdur. Batı demokrasilerinde şüpheli suçlular suçlu olarak yargılanmadan önce, onları yargılayacak kanıtların bulunması gerekmektedir. Ancak terör örgüt ya da gruplarının tecrübeli ya da profesyonel olarak nitelendirilebilecek mensuplarını kanıt toplayarak yargılamak oldukça güçtür. Bu kişilerin yargılanamaması ve cezalandırılamaması diğer eylemleri de hem psikolojik açıdan hem de bu kişilerin katılımıyla teknik açıdan destekleyebilmektedir.

  • Teröre etki eden ekonomik ve siyasi faktörlerin dışında, ancak birbirileriyle etkileşim halinde olan, sosyal faktörler de mevcuttur. Eğitim seviyesinin toplumsal anlamda düşük olması sosyolojik bir sorun yaratabileceğinden ve bu bireysel temelli sosyolojik sorunların, yönetenlerin yetersiz çözümleri ile birlikte ekonomik ve politik istikrarsızlık sonucunu doğurabilecek olmasından toplumun eğitim seviyesi dolaylı yoldan terörün oluşmasını, artmasını ya da azalmasını etkileyici bir faktör olabilmektedir (Gupta, 2005, s. 29).

  • Yapılan akademik çalışmalarda terörü ortaya çıkaran sosyal faktörlerden bir diğeri dini radikalleşme olarak karşımıza çıkmaktadır. Modern dönemde bilhassa 2001 sonrasında dini radikalleşme, uluslararası terörü besleyen en önemli faktörlerden biri haline gelmiştir. Dini terörizmi ya da din temelli terörizm, mutlak bir inanç ile motive olan politik şiddet olarak tanımlanabilmektedir. Diğer bir değişle inancın zaferi için güç ve şiddet unsurlarının kullanıldığı bir terör şekli olarak ifade edilebilmektedir. Bu kapsamda radikalleşen dini bireylerin ya da grupların temelde dini ve siyasi saikler doğrultusunda olarak gerçekleştirdiği eylemler, eylemi gerçekleştiren kişiler için kutsal vazife olarak atfedilmekledir (Martin, 2021, s. 121).

  • Oryantalizm ya da ‘Şarkiyatçılık’ kavramı tarihin birçok döneminde Doğu ve Batı arasındaki dilsel, kültürel, inançsal daha öz bir tabir ile toplumsal ve kültürel tüm farklılıkları ifade etmek için kullanılmıştır. Edward William Said 1978 yılında yayımladığı “Şarkiyatçılık” adlı eseri ile birlikte Doğu ve Batı arasındaki ilişkinin insan yapımı ve birbirini yansıtan ‘ben’ ve ‘öteki’ üzerinden konumlandırılmasına işaret etmektedir (Said, 2013, s. 347). Edward Said’in kavramsallaştırmasında oryantalizm, tarihsel, coğrafi ya da kültürel varlıklar insan yapımıdır ve insan algısının bir sonucudur. Said’in oryantalist bakışında iki coğrafi kültürel varlık olan Doğu-Batı birbirini destekleyerek ve birbirilerinden izler taşıyarak iki mihenk taşı biçiminde oryantalizmi oluşturmaktadır (Said, 2013, s. 14).

  • Said’e göre Batı, Doğu karşında üstün bir yapıya sahip olarak görülmektedir. Batı, kendisini üstün, Doğu’yu alçak tanımlayarak kendi öz kimliğini yaratmış olmasına karşın aynı zamanda da Doğu’nun aslında sahip olmadığı ancak Batı’dan farklı olan kimliğini oluşturmuş ve hatta bunu kabul ettirmiştir. Barbar Doğu’ya medeniyeti ve uygarlığı aynı zamanda demokrasiyi ve ilericiliği getirecek olan –ve ötekileştirmeyi kurgulayan- Batı’nın kendisidir. Beyaz adamın sözde kutsal misyonuyla taşınan bu görüş ile oryantalizm, bir algılama biçimi ya da jeopolitik bilinç olarak sınırlı kalmayıp kendisini bir davranış ve tutum alışkanlığı haline getirmiş ve ortaya çıkardığı olgu genelde bir askeri kuvvet kullanımıyla oluşmuştur. Ayrıca bu şekilde Doğu’ya medeniyeti getirme misyonu da emperyalizme meşru bir zemin kazandırmıştır (Said, 2013, s. 215-216). Said Batı’nın kendisine yüklediği bu misyonunu ve Doğu’yu kendisinden daha aşağıda gören bakış ve davranış şeklinin modern çağla birlikte gelmediğini aksine bu bakış açısının çok daha eski zamanlara dayandığını öne sürmüştür (Said, 1977, s. 181). Böylelikle Oryantalizm fikrinin Batı’nın kendi görüşlerinden meydana geldiği ve Batı’nın kendi batılı algısı ile bir Doğu anlayışı ortaya çıkartıp bu anlayışı doğuya sunduğu anlamı çıkartılabilir. Batı’nın çağdaş, rasyonel, ilerlemeci anlayışının yanı sıra, Doğu’nun barbar, Batı’nın aksine gerici, şiddet yanlısı ve gizemli olduğunu ileri süren bu jeopolitik bilinci içeren Oryantalizm, akılcı taraf olan Batı’nın cahil ve yozlaşmış Doğu’ya karşı kurduğu bir üstünlük ilişkisini tanımlamaktadır (Bilgenoğlu & Çiftçi, 2018, s. 46).

  • Said’le aynı görüşü farklı coğrafya ve bölgeler özelinde savunanlar olsa dahi, eleştirenler de mevcuttur. Bernard Lewis Said’i Doğu kavramının sadece belirli bir coğrafyayla sınırlı kalamayacağını içinde birçok etnisitenin bulunduğunu, doğu denildiğinde Türklerin, Çinlilerin ya da Hinduların da göz ardı edilemeyeceğini söylemiştir (Bilgenoğlu & Çiftçi, 2018, s. 48). Benzer şekilde F. Halliday oryantalizm ile İslam’ı bağdaştırarak oryantalizmin temel dayanaklarından birini İslam olarak görmüştür. Bu noktadan hareketle yalnızca bir coğrafyaya bakılarak genellemelerin yapılamayacağını iddia etmiştir (Halliday, 2007, s. 87-92).

  • Oryantalizm 1980’lerdan itibaren gelişerek temelde benzer yönlerini korusa da farklı bir retoriğe sahip olmuştur. 1979’da İran İslam Devrimi ile birlikte başlayan süreç; Filistin sorunun çözülememesi, Arap-Afgan mücahitlerin göreli başarılı direnişi, dünya çapında radikal İslamcı terör eylemlerini uyandıran Selman Rüşti olayı, 11 Eylül saldırısı ve Batı’nın tüm bunlara cevabı Batı-Doğu ekseninde oryantalizmi yeni bir kavramsallaştırma içerisine dâhil etmiştir. Nihayetinde 21.yy ile birlikte oryantalizm yerini konjonktür içerisinde güncellenmiş neo-oryantalizm kavramına bırakmıştır (Samiei, 2010, s. 1148). Neo-oryantalizmle birlikte kimi algı ve düşünsel farklılar4 ortaya çıkmış olsa 4 Oryantalizm ve neo-oryantalizm arasındaki farklılıklar Sadowski’ye göre neo-oryantalizn İran Devrimi sonrasında toplumları devletlerden daha güçlü görmesi olmuştur (Sadowski, 1993, s. 16). Öte yandan hem neo-oryantalizme hem de oryantalist görüşe benzer eleştiriler de yapılmış ve bölgesel hareketlerin yerel yönlerinin ihmal edildiği söylenmiştir. Neo-oryantalizm’de homojen bir radikal İslamcı terörizmi tasvir etmeye çalışıldığı ve El-Kaide, Hamas, Hizbullah gibi radikal İslamcı terör örgütlerinin iç dinamik ve amaçlarına bakılmaksızın eş da bu çalışma nezdinde dikkat çekilmesi gereken husus Batı’nın Doğu’ya bakışını İslamofobik bir perspektife çekmiş olmasıdır. 11 Eylül saldırısından sonra Batı’nın Doğu’ya bakışı neo-muhafazakâr bir alanda şekillenmiş ve bu durum da İslamofobiya’yı neo-oryantalizmin merkezine koymuştur (Kerboua, 2016, s. 21-22). Bu kapsamda Kerbua’ya göre neo-oryantalizmin kaynağı ABD öncülüğündeki Batı dünyasının neo-muhafazakar yaklaşımı ve üretildiği paradigma ise medeniyetler çatışması perspektifinde teröre karşı savaş fikri olmuştur. Bahsedilen İslamofobi Batı’nın Doğu’ya karşı bir eleştirisinden ziyade suni bir şekilde tehdit olarak Batı tarafından yaratılmış analiz, korku ve kimliği içeren bir fenomen olarak anlaşılmaktadır. Bu kapsamda neo-oryantalizm, Doğu’nun ve İslam’ın doğru bir temsilini vermekten ziyade, onu yalnızca olumsuz boyutlar ve bileşenler olarak kabul etmiştir (Kerboua, 2016, s. 24).

  • Huntington’dan esinlenen Kerboua’ya göre, medeniyetler çatışması, 21. Yüzyılda ortaya çıkan terörle savaş paradigmasının yerini alabilmektedir. Kaldı ki terörle savaş da 19. ve 20. yüzyıllarda emperyal/sömürge paradigmasının sonrasında ise Soğuk Savaş paradigmasının yerini almıştır (Kerboua, 2016, s. 25). Huntington’a göre Soğuk Savaş sonrasında kurulan yenidünyada mücadele edecek taraflar medeniyetler ve mücadele kaynağı da geçmişteki gibi ideoloji ya da ekonomi değil kültür olacaktır. Ulus devletler bu minvalde önemi yitirmeyecektir ancak küresel seviyede mücadelenin asıl unsuru farklı medeniyetler mensup olan gruplar ya da milletler olacaktır (Huntington, 1993b, s. 22). Küreselleşme ile dünyanın daha küçük bir hal alması, insan ve topluluklar yani medeniyet unsurları arasındaki etkileşimin artması da medeniyetler arasındaki farklıların daha güçlü şekilde ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Huntington’a göre medeniyetler arasındaki mücadele, tarafları birbirinden ayıran bu ‘kültürel fay kırıklıkları’ kapsamında ortaya çıkacaktır (Huntington, 1993b, s. 25). Medeniyetler arasındaki bu çatışma, kimliklerin etnik ve dini temeller çerçevesinde şekillenmesinden kaynaklanmaktadır. Huntington bu durumun devam etmesi halinde farklı kültürel yapılara sahip bireyler ya da toplulukların birbirilerine karşı ‘biz’ ve ‘onlar’ ilişkisinin var olduğunu göreceklerini iddia etmektedir. Bu noktada bahsedilen medeniyet farklılıkları, Batı’nın kendisini üstün görerek bir ‘biz’ ve ‘onlar’ fenomeni üzerinden hakikat inşası ve bu hakikatin öteki olana dayatılması: örneğin Batı’da belli koşullar, süreçler ve istemler doğrultusunda oluşan liberalizm ve demokrasinin evrensel değerler olarak öne çıkartılması ya da ekonomik ve askeri üstünlüklerini sürdürmek amaçlı faaliyetlerde bulunması öteki olarak tasvir edilen medeniyetler tarafından aksi yönde karşılıklar gelmesine yol açmaktadır (Huntington, 1993b, s. 29). Huntington’un perspektifinden hareketle kültürler üzerinden oluşturulan neo-oryantalist ben ve öteki algısının Doğu tarafından kabul edilmeyişi Doğu’da kendisine yönelik kültürel ya da davranışsal bir tehdit olarak ortaya çıkabilmekte, bu durumda da radikal hareketler oluşmak ya da beslenmek için fırsat bulabilmektedir. görülmesi eleştirilmiştir. Diğer yandan neo-oryantalizm çağın getirmiş olduğu yenilikler (teknoloji, küreselleşme, propaganda araçları, iletişim ağları, ulaşım vb.) ile farklı araçlara sahiptir (Samiei, 2010, s. 1149; Aka & Nişancı, 2015, s. 16).

  • Ayrıca neo-oryantalizmin temelini oluşturan ve birçok paydada eşit görüşleri olan oryantalizmin en ünlü isimlerinden Edward Said ile Foucault arasında belirli ortak paradigmalar bulunmaktadır. Said söylem kavramının Foucaultçu kavramlara dayandığını ve bu görüşü kullandığını beyan etmiştir (Moosavinia, Racevskis & Sarokolaei, 2019, s. 183). Bu noktadan hareketle temelinde neo-oryantalizmi anlamak, aynı zamanda Batı ve Doğu arasındaki ilişkinin açıklanması ve teröre nasıl etki ettiğinin analiz edilmesi için Foucoult’un fikirlerinin önemli olduğunu düşünmekteyiz.

  • Foucault özne ve nesne arasındaki ilişkinin anlaşılması için bir sorunsallaştırma5 yaratılması gerektiğini söylemektedir. Sorunsallaştırma ile özne ve nesne arasındaki, diğer bir değişle ben ve öteki arasındaki ilişki yeniden incelenebilecek ve hakikate ulaşılabilecektir. Bu açıdan çıkış noktası olarak Platon’u gösteren Foucault, bireyin ‘kendisiyle uğraşmasını’ bir kavrayış noktası olarak çizmektedir Foucault’a göre unsurları kapsayan bu iki ‘medeniyetin’, Doğu ve Batı’nın izahı ve hakikati yine kendi içlerine bakıldığında anlaşılabilmektedir (Foucault, 1993, s. 127). Foucault bu kapsamda özne, nesne ve hakikat arasındaki ilişki içerisinde, öznenin nasıl yaratıldığını ve tıpkı neooryantalizm/oryantalizmde olduğu gibi özneye dayatılmış bir hakikatin olup olmadığını ya da bu hakikatin özne tarafından kabul edilip edilmediğini kısacası yaratılan hakikatin özne üzerindeki yansımalarının sorunsallaştırma ile çözümlenmesi gerekliliğine vurgu yapmaktadır. Tarih boyunca oluşan iki tür hakikat olduğunu öne süren Foucault’a göre, bir yanda toplumların kültürlerini de oluşturan iç dinamiklerinden meydana gelen tarih boyunca süregelmiş ve kimi değişiklikler göstermiş bir hakikat anlayışı mevcuttur. Diğer yandan ise toplumlarda oluşan ve dışsal müdahaleler ya da algılar sonucunda yaratılan dışsal bir hakikat varlığı mevcut olabilmektedir (Foucault, 2005, s. 167). Neo-oryantalizm ve Foucault’un ilk kesiştiği nokta da burada ortaya çıkmaktadır. Neo-oryantalizmin etki alanı hakikatin dışsal anlamı ile ilişkilendirilebilmektedir. Neo-oryantalizmin terörün ortaya çıkmasında rol oynaması da bu noktadan anlaşılmaktadır. Hem dışsal bir algı inşası süreci ile hem de Batı mevcudiyetinde bulunan bütüncül kültürel özneler kümesi dâhilinde Doğu’ya küreselleşme ile dayatılan hakikat öbekleri Doğu tarafından yaşam tarzlarına, kültürlerine, sosyo-ekonomik durumlarına birer tehdit unsuru olarak algılanarak Doğu tarafından verilen bir reaksiyonla sonuçlanmaktadır. Bu reaksiyonun biçimini de tıpkı kendisine kaynaklık ettiği gibi küreselleşmenin kanalları ile kolaylaşmakta ve böylelikle terör bir karşıt hamle olarak ortaya çıkmaktadır.

  • Foucault’a göre iktidar bir ilişki ve eylem biçimidir. Bu kapsamda bir güç ilişkileri çokluğu olan iktidar; evrensel, kendiliğinde oluşan veya sahip olunabilen bir yapı değildir. İktidar başkalarının şimdiki ya da gelecekteki eylemleri üzerinde etkisi olan bir eylem biçimidir. Bu yönüyle iktidar ve iktidarın tahakkümü altında olan özne iktidarın meşruiyetini beraber sağlamaktadırlar (Foucault, 2014b, s. 20). Foucault’a göre egemen iktidarın temsil ettiği öldürme kabiliyetini yerini yönetme ve 5 Foucault’a göre sorunsallaştırma, önceden var olan bir nesnenin temsili ya da olmayan bir nesnenin söylem yoluyla yaratılması değildir. Sorunsallaştırma, herhangi bir şeyi doğru ya da yanlış aralığına koyan ve bir düşünce nesnesi olarak ortaya çıkaran gerek söylemsel gerekse söylemsel olamayan tüm pratiklerdir (Foucault, Özne ve İktidar, 2014b, s. 86) kontrol etmeye bırakmıştır. Bu değişim bireylerin ve toplumların ‘boyun eğmesini’ sağlayacak bir biyo-iktidar çağını ortaya çıkarmıştır (Foucault, 2007, s. 103). Bu dönüşümle modern iktidar da bireylerin kimliğini, karakterlerini, düşüncelerini ve daha da ileri olarak tüketim tarzlarını bile ürettiği söylemler ile değiştirebilecek ya da inşa edebilecek biyo-iktidar halini almıştır (Cakaş, 2018, s. 97). Foucault’a göre biyo-iktidar burjuva toplumunun icatlarından biridir. Aynı doğrultuda bedenin üretim sürecine denetimli katılımını sağlayan ve nüfusun ekonomik süreçlere uygun olmasını gerektirdiği için kapitalizmin gelişmesinde de vazgeçilmez bir unsur olmuştur (Foucault, 2014b, s. 17). Bu noktadan hareketle Batı’nın Doğu üzerinde hakimiyet kuracak bir biyo iktidar çabasına girdiği söylenebilmektedir. Öyle ki kapitalizmin zaferi ve Batı değerlerinin Doğu’ya dayatılması ve Doğu’nun yaşam alışkanlıklarının, davranışlarının Batılı şekilde değiştirilmeye çalışması bu kurulan biyo iktidarı örneklemektedir. Buna karşılık Batı tarafından tarih boyunca bir öteki olarak algılanan ve özellikle 11 Eylül’den sonra ‘sözde’ kötücül hakikat olarak inşa edilen Doğu kültürü ve İslam kendisini muhafaza edebilmek ve öznenin yani kendi hakikatine erişebilmek saikleri doğrultusunda farklı araçları ortaya çıkarmıştır.

  • Foucault’a göre Batı mantığı birtakım bölünmelerle ortaya çıkmıştır. Bu bölünmeler Doğu- Batı, özne-nesne gibi birbirine karşıt olan şey ya da durumlarla ifade edilebilmektedir (Bayram, 2018, s. 222). Azmeh’e göre ise Batı bahsedilen bu bölünme durumunu oryantalist perspektiften almıştır. Bu durumun sebebi ise Azmeh’in belirttiği üzere Batı’nın yaratmış olduğu hakikati içeren oryantalist söylemin tezahürüdür. Azmeh’e göre oryantalist söylem İslam üzerine yaptığı yorumları bir dizi temsili figür, kelime dağarcığı ve çoğu zaman karşılaşan plastik görüntüler repertuarına dayandırmaktadır. Öte yandan Doğu, Batı’nın oluşturduğu hakikati de kabul etmiş ve hegemon görüşe teslim olmuştur (Azmeh, 1996, s. 179-182).

  • Neo-oryantalist davranış ve algıların bir iktidar ilişkisi kurarak Doğu’yu biçimlendirmesi, Foucault’un da kullandığı; hakikatin sorunsallaştırılmasına yol açan ve böylelikle öznenin, yeni ve kendine ait bir hakikat bulmasına sebep olan ‘parrhesia’ kavramını ortaya çıkarmaktadır. Parrhesia etimolojik olarak açık sözlülük ya da İngilizcedeki kullanımıyla “free speech” (özgür konuşma) anlamına gelse de Foucault bu kelimeye daha farklı anlamlar yüklemiştir. Foucault’a göre parrhesia “hakikati söylemek” anlamına gelmektedir. Ona göre, hakikati söyleyen kişi, söylediği şeyin doğru olduğunu bilmekte ve bu bilinç söylenenin doğru olmasından kaynaklanmaktadır. Hakikati bilen “parrhesia oyunu”na yönelmekte ve risk alarak hakikati paylaşmaktadır (Foucault, 2014a, s. 10-13). Burada hakikatin söylenmesi bilhassa çoğunluğun görüşünün aksi bir argümanı, ispat çabası gütmeden eleştirel şekilde ele almaktan geçmektedir. Gıyaben bu azınlık ve çoğunluk arasındaki ilişki hakikati güçsüzden güçlüye, aşağıdan yukarıya doğru yöneltmektedir (Foucault, 2014a, s. 13-15). Diğer bir değişle parrhesia öznenin yaratmış olduğu hakikati kabul etmeyerek, sorunsallaştırmanın akabinde nesnenin kendi varlığından çıkardığı ve doğru bildiği hakikati eleştirel şekilde söylemesinden geçmektedir. Doğu toplumları da yukarıda belirtildiği üzere alış veriş tarzlarından, gündelik yaşamlarından düşünce sistemlerine kadar etki altında kaldıkları Batı’ya karşı bireysel ya da toplumsal anlamda hakikat söylemi geliştirmişlerdir. Bu hakikat söylemi Doğu kültür ve medeniyetinin temellerini oluşturan inanç ve kültür sistemlerinden kaynaklanmaktadır. Doğu ile özdeşleşmeyen ya da uyumlaşamayan Batı’nın tepeden inmeci sistemi Doğu’ya dayatması, Doğu’da bireysel, toplumsal ve kültürel güvenlik tehdidi olarak anlaşılarak kimi bireylerde reaksiyonlar yaratmış ve bu da bölgede yaşayan ve benzer inanç-düşünce sistemini paylaşan grupların radikalleşmesinde etkili olmuştur. Bu noktada Batı’nın askeri, kültürel, ekonomik olarak yaratmış olduğu etkiler radikalleşebilmekte ve bu radikalleşme terörün kaynaklarından birini oluşturabilmektedir.

  • Terörü üç temel dalgaya ayıran Rapoport ve Shugart izlenecek olursa, ilk olarak, sömürgecilik karşıtı/etno-milliyetçi, ikinci olarak radikal sol, üçüncü olarak ise İslami terör dalgalarından bahsetmek mümkündür. Etno-milliyetçiler sömürgeciliğe karşı hareket etmişlerken, radikal sol gruplar kapitalizme ve İslami gruplar ise Batı kültürü karşıtı, kendi kültürlerinin öznesi olan İslami politikalar için mücadele etmektedirler. Üç grup farklı isimlendirilen amaçlara yönelik hareket etmişlerse de amaçları küreselleşme ile hegemon haline gelen kapitalizm ve Batı kültürüne karşı gelmek nezdinde ortaktır. Bu durum da tek sebep olmamakla birlikte, terörün küreselleşme ile iç içe geçmiş olan oryantalist görüşe karşı verilen bir cevap türü olduğunu göstermektedir (Neumayer & Plümper, 2009, s. 717).

  • Sonuç olarak Batı’nın Doğu’ya değin oryantalist bakışı 11 Eylül sonrasında daha farklı bir pencerede var olmaya devam etmiş ve içerisinde islamofobiyi de barındıran bir anlayışla yeni neooryantalist görüşü ortaya çıkarmıştır. Batı’nın bu anlayışla kurduğu ben-öteki ilişkisi, Batı’nın kendi değerlerini Doğu’ya da kabul ettirme arzusu içerisine dahil olmuştur. Böylelikle Doğu kendi kültüründeki hakikatlere karşı bu neo-oryantalist görüşü bir tehdit olarak algılayarak eylemlerinin terörize olmasında destekleyici bir etkene sahip olmuştur. 2001 yılından sonra, yıllık periyodlarda ve küresel anlamda, terör saldırılarının istikrarlı bir biçimde artması da bu durumu destekler niteliktedir (Fondapol, 2021, s. 30). Bu noktada Doğu kendi özüne karşı ki burada medeniyetin en önemli yapı taşı olarak din ve kültür ele alınmıştır, bir tehdit unsuru olarak Batı’yı görmektedir. Buradaki tehdit maddi bir varlıktan çok Doğu’nun yaşam tarzına, ne alacağına, ne giyeceğine, nasıl düşüneceğine ve neye inanacağına olan bir tehdit olgusudur. Huntington da bu durumda çatışmayı “kendi medeniyetlerinin farkındalığının meşruiyeti ve Batı’dan bağımsız olmayı sağlayan bir unsur” olarak görmüştür (Huntington, 1993a, s. 194). Bu çalışmanın iddiası bahsedilen ben ve öteki, Batı ve Doğu arasındaki neo-oryantalist perspektiften ortaya çıkan çatışmanın, kimi çevrelerce bir mücadele türü olarak görülen terörün oluşmasında katkı sahibi olduğudur.

  • KAYNAKÇA Ackerman, J. T. (2008, Spring). Climate Change, National Security, and the Quadrennial

  • 96. Aka, H. B., & Nişancı, E. (2015). Neo-Oryantalizm ve Orta Doğu’yu Anlamak. Yalova Sosyal

  • Bilimler Dergisi, 5(9), 9-26. Azmeh, A. A. (1996). Islams and Modernities (Second Edition b.). London: Verso. Barber, B. (1996, Summer). Jihad vs. McWorld. Harvard Journal of Law & Technology, 9(2),

  • 555-576. Bayram, A. K. (2018, Eylül). Foucault’nun Yöntemi: Hakikatin Söylemsel İnşasının

  • 230. Berrebi, C., & Ostwald, J. (2011). Earthquakes, Hurricanes, and Terrorism: Do Natural

  • Disasteres Incite. Public Choice, 149(3/4), 383-403. Bilgenoğlu, A., & Çiftçi, S. E. (2018, Ekim). Bir Batılı Seyyahın Hatıralarında

  • Toplumu Ve Kültürü. Tarih Okulu Dergisi(XXXVI), 43-62. Butler, T. (2015, Summer). What Causes Terrorism? McKendree University Online Journal

  • of Undergraduate Research, 25. Cakaş, C. Ö. (2018). Batı’nın Bir Hegemonya Kurma Aracı Olarak Oryantalist Bilgi Ve

  • Söylem Üretim Sürecinin Analizi. R&S - Research Studies Anatolia Journal, 1(2), 95- Choi, S.-W., & Luo, S. (2013). Economic Sanctions, Poverty,. International Interactions,, 39,

  • 217-245. Fondapol. (2021). Islamist Terrorist Attacks. France: Fondation pour l’Innovation Politique. Foucault, M. (1993). Ders Özetleri: 1970-1982 (2. baskı b.). (S. Hilav, Çev.) İstanbul: Yapı

  • Kredi Yayınları. Foucault, M. (2005). Büyük Kapatılma (2. baskı b., Cilt Seçme Yazılar). (I. Ergüden, & F.

  • Keskin, Çev.) İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Foucault, M. (2007). Cinselliğin Tarihi (2. baskı b.). (H. U. Tanrıöver, Çev.) İstanbul: Ayrıntı

  • Foucault, M. (2014a). Doğruyu Söylemek (4. basım b.). (K. Eksen, Çev.) İstanbul: Ayrıntı

  • Foucault, M. (2014b). Özne ve İktidar (4.Basım b., Cilt Seçme Yazılar). (I. Ergüden, & O.

  • Akınhay, Çev.) İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Gleick, P. H. (2014, July). Water, Drought, Climate Change, and Conflict in Syria. American

  • Meteorological Society, 6(3), 331-340. Gotchev, A. (2006). Terrorism and Globalization. L. Richardson içinde, The Roots of

  • Terrorism (s. 103-107). New York: Routledge. Gupta, D. K. (2005). Exploring Roots Of Terrorism. T. Bjørgo içinde, Root Causes of

  • Terrorism: Myths, reality and ways forward (s. 16-33). London: Routledge. Halliday, F. (2007). "Oryantalizm" ve Eleştirmenleri. A. Yıldız içinde, Oryantalizm: Tartışma

  • Metinleri (s. 78-107). Ankara: Doğu-Batı Yayınları. Helbling, M., & Meierrieks, D. (2020). Terrorism and Migration: An Overview. British

  • Journal of Political Science, 52(2), 1-20. Huntington, S. P. (1993a, Nov-Dec). If Not Civilizations, What? Paradigms of the Post-Cold

  • War World. Foreign Affairs, 72(5), 186-194. Huntington, S. P. (1993b, Summer). The Clash of Civilizations? Foreign Affairs, 72(3), 22Kanat, S. (2014). Terörizmin Dünü Bugünü Yarını: Siyasal Gerçekçi Bir Değerlendirme.

  • Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 19(3), Kerboua, S. (2016). From Orientalism to neo-Orientalism: Early and contemporary

  • constructions of Islam and the Muslim world. Intellectual Discourse, 24(1), 7-34. Krieger, T., & Meierrieks, D. (2016, March). Does Income Inequality Lead to Terrorism?

  • CESIFO Working Paper(Paper No. 5821), 2-35. Lia, B., & SkjØlberg, K. (2004). CAUSES OF TERRORISM: An Expanded and Updated

  • Martin, G. (2010). Understanding Terroism: Challanges, Perspectives and Issues (Third

  • Edition b.). London: SAGE. Martin, G. (2021). International Religious Terrorism. J. Haynes içinde, Handbook on Religion

  • and International Relations (s. 115-127). Cheltenham, UK: Edward Elgar Publishing. Moghaddam, F. M. (2005). The Staircase to Terrorism. American Psychologist, 60(2), 161Mohammad, A. Y. (2005). Roots of Terrorism in the Middle East: International Pressures and

  • And Ways Forward (s. 103-118). New York: Routledge. Moosavinia, S. R., Racevskis, K., & Sarokolaei, S. T. (2019). Edward Said and Michel

  • Journal ofResearch in Applied Linguistics, 10(2), 182-197. Neumayer, E., & Plümper, T. (2009, October). International Terrorism and the Clash of

  • Civilizations. British Journal of Political Science, 39(4), 711-734. Richardson, L. (2006). What Terrorists Want? New York, US: Random House. Sadowski, Y. (1993, August). The New Orientalism and the Democracy Debate. Middle East

  • Report(183), 11-21+40. Said, E. W. (1977, Srping). Orientalism. The Georgia Review, 31(1), 162-206. Said, E. W. (2013). Şarkiyatçılık. (B. Ülner, Çev.) İstanbul: Metis Yayınları. Samiei, M. (2010). Neo-Orientalism? The relationship between the West and Islam in our

  • globalised world. Third World Quarterly, 31(7), 1145-1160. Schmid, A. P. (1992). Terrorism and democracy. Terrorism and Political Violence, 4(4), 14Todorova, M. (2010). Balkanları Tahayyül Etmek. (D. Şendil, Çev.) İstanbul: İletişim Veldhuis, T., & Staun, J. (2009). Islamist Radicalisation: A Root Cause Model. Netherlands:

  • Clingendael. Voski, A. (2016, Summer). The Role of Climate Change in Armed Conflicts across the.

  • Wilkinson, P. (1974). Political Terrorism. London: Macmillan Education.

                                                                                                                                                                                                        
  • Article Statistics